Ne yazık ki bana ayrılan vaktin sonuna geldim. Challanger’dan iniyorum ve motoru soğutmaya çalışan fanı dinliyorum biraz. Motordan hafif bir duman çıkıyor. Challenger sanırım memnun kaldı bu geziden, onu zorlamadım o da bana zorluk çıkarmadı. Leon Bey’in dediği gibi sürekli hayalini kurduğun şeyleri denediğinde bazen hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz ama bu öyle değil. Bu tam düşündüğüm gibiydi...
Bu gerçekten büyük bir ütopyaydı benim için, bir Amerikan kullanmak, özellikle de buna Challenger ile başlamak. Bu bir hastalık, virüs gibi birşey. Bir bulaştımı bir daha kurtulamıyorsunuz, içinizi yiyip bitiriyor.
Tutku, takıntı, hastalık... Buna ne derseniz deyin ama Challenger insana bunların hepsini hissettiriyor. 70’li yılların o çılgın otomobillerinden birini kullanmak, dönemin yaklaşımını, sosyolojik durumunu bu kadar iyi anlatan bir otomobille küçük bir deneyim yaşamak bile çok ama çok heyecan verici.
İyi ki varsın Challenger, kısacık (5 yıllık) hayatında birçok şey değiştirdin sen (yeni modeli saymıyorum), tıpkı bu kısacık Cumartesi sabahı benim hayatımda birçok şey değiştirdiğin gibi...
Muhteşem bir otomobil, muhteşem bir motor, muhteşem bir his...