Evet beklentilerimiz piste döndüğümüzde tur derecesini tutabilmek üzerineydi ki pite girerken havadaki siyah bulutlar neden orada olduklarını bize gösterdi. Bardaktan boşanırcasına yağmaya başlayan yağmur sadee 5 dakika kadar kısa bir sürede pist zeminini tamamen ıslatıyor.
Henüz zeminde birikmiş su olmadığı için piste çıkmaya karar veriyoruz. Zemin tamamen ıslak ve kerblerin üzeri de son derece kaygan, bunu parlak renklerinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Dolayısıyla daha dikkatli olmamız gerekiyor. İlk birkaç turda zemin değişken bir yapı sergiliyor, bazı yerlerde cesaret verici şekilde tutunan otomobil özellikle hızlı virajlardan ani kopmalar yaşıyor. Bunun en büyük örneğini de düzlük sonrasındaki sağ virajda yaşıyoruz. Bir önceki turda buraya hafif ayağımı gazdan kaldırarak yaklaşık 120 km/s hızla girdiğimde sıkı şekilde yere tutunan RF, bir sonraki tur hızım sadece 7 km/s fazla olsa bile sert bir şekilde arkadan kayıyor. Dördüncü viteste yaşanan bu kayma bile yüksek hızda olsa da rahat bir şekilde kontrol altına alınabiliyor. Ancak buradan çıkarılacak bir ders var: Lastikler yüksek viteste bile ıslak zeminde gücü iletme konusunda zayıf kalıyor, daha farklı şekilde virajlara girmemiz gerek.
1 tur sonra hemen hemen bütün pist aynı derecede ıslandığı için daha rahat ve temkinli gidiyoruz. Artık bırakın yüksek hızı, düşük hızlarda bile otomobil tutunmakta çok zorlanıyor, her virajda kaymak istiyor. Kuru zeminde Pirelli virajını üçüncü viteste dönebilen RF, ıslak zeminde üçüncü vitesi asla kabul etmiyor ancak ikinci vitese indiğinizde de otomobil arkadan kaymaya başlıyor. Bunun önüne geçmek için vites düşürürken heel’n toe tekniğini kullanmak zorunlu hale geliyor. Neyse ki bunu yapmak çok kolay ve efektif şekilde yaptığınızda arkanın huzursuz halinden uzaklaştığını görüyoruz. Yine de devir yüksek olduğu için bu sefer de viraj çıkışında kaymaya başlıyoruz. En doğrusu düzlük sonuna dördüncü viteste gelip, sadece bir vites düşürüp (bunu da heel’n toe ile yaparak) hızı epey azaltarak viraja bu şekilde girmek. Çünkü bunu yapınca viraj çıkışında devir düşük olduğu için arka lastikler boşa dönmüyor ve oversteer yaşamıyorsunuz.
Aynı tekniği şikanlarda da kullanıyorum. Kerblerin üzeri görünenden bile kaygan olduğu için (bir önceki tur start finiş düzlüğüne çıkarken kerb üzerinde hafif gaz verip spin attım) viraj öncesi tüm hazırlığımı bitirip, aracın dikey yüklerini bile yok edip virajlara atıyorum. MX-5 bu şekilde kendini daha rahat hissediyor; kerblerden geçerken sabit gazda kayma gerçekleşmiyor.
Bu arada yine gaz tepkisinden bahsetmek istiyorum çünkü viraj çıkışlarında arka lastiklerin ne zaman çekiş kaybedeceğini muhteşem şekilde hissedebiliyorsunuz. Bunun için son derece hassas şekilde gaz verip, lastikler boşa dönmeye başladığı anda ayağınızı kaldırıp, yeniden çekiş yakalayarak virajları geride bırakabiliyorsunuz. Bana göre MX-5’in en büyük silahlarının başında bu hissiyatı geliyor, bunu diğer otomobillerde görmek zor. Bir de şasinin ağırlık değişimine verdiği muhteşem tepkiler...
Dikey ağırlık değişimleri tamamen sizin kontrolünüzde; ön aks progresif bir şekilde tutunmadan kaymaya geçerken, arka aks tamamen gaz pedalına bağlıymış gibi hissettiriyor. Burada ıslak zemindeki kaymalar daha çok yatay hareketin başladığı andaki fiziksel duruma göre değişiklik gösteriyor. Eğer otomobilin durumunu nötralize edebildiyseniz arka taraf kaymaya karşı iyi bir şekilde direnebiliyor ama direksiyondaki küçük bir hareket ıslak zeminde bolca yan gideceğinizin garantisi demek oluyor.
Kısacası muazzam bir iletişim yeteneği RF’de de sizi bekliyor. Mazda’nın bu işi bu kadar iyi yapabiliyor olması gerçekten harika. Üstelik bunu ulaşılabilir bir fiyata da sunuyor olmaları işi daha da çekici hale getiriyor.
Pistte en hızlısı olmasa da MX-5’ten daha keyiflisini bulmak kolay değil. Elbette bulabilirsiniz ama bunun için dünyalar kadar para harcamanız gerekecektir. MX-5 felsefesinin en büyük getirisi de bu değil miydi zaten?