Yıl 1985, Caddebostan’daki evimizin sokağında oynayan, henüz küçük bir çocuğum. O sıralarda bile otomobil sevgim – nasılsa- oldukça fazla ve çok meraklıyım. Sokakta çok sevdiğim 1953 Mercury’nin dışında ilgilendiğim bir diğer otomobilin ismini soruyorum babama: ‘Bu bir Peugeot 404’ cevabı geliyor. ‘Peugeot mu, o da ne?’ ‘Evet Peugeot, bir Fransız markasıdır.’
O iki otomobili hiç unutmadım hayatım boyunca. 404 çok güzeldi, basitti, etkileyiciydi, sadeydi ve sevimliydi. Markaya olan merakımı kabartmıştı, hem de daha o yaşta.
Ardından 504, sonraysa 405 modelini görmeye başladık yollarda, yıllar 90’ları geçmişti. 405’i çok severdim, özellikle de Mi16 modeline bayılırdım. Hayallerimizim otomobillerinden biriydi, 405’i ayrıca Bodrum’a olan yolculuğumuzda, babamın arkadaşını dağ başında yolda bırakan otomobil olarak hatırlıyorum. Siyah renkli, çok karizmatik, deri koltuklu bir otomobildi ve çok karizmatik bir şekilde yolda kalmıştı: Öyle duman falan atmamıştı, bir anda stop edip bitirmişti işi.
406’ya Taksi filmiyle alıştık, sevdik, potansiyel olduğunu gördük. 407’nin çok meraklısı değildim, ilginç oranlarını sevemedim, özellikle de uzun sarkmaları (lastikle tampon arasındaki mesafe) ve çekik gözlü yüzünü. Başarılıydı ama kendisini sevmemi istemiyordu. 407 geride kaldı artık, yepyeni bir sedan var Peugeot’nun model gamında: 508. Bakalım onunla nasıl anlaşacağız?