Kapıyı açtığımda karşımda duran üç kollu direksiyon gayet sade. Hatta belki de standart modelden alınmış olabilir. Etraftaki bolca plastik RS’in temelini aldığı otomobili net bir şekilde gösteriyor ama sanki ondan çok da uzaklaşmak istemiyor gibi de bir duruşu var. Clio RS'i zamanında da kullanmıştım, dolayısıyla burayı tekrar görmek anıların canlanmasını, hafızadaki tozlu yerlerde duran anıların yeniden ortaya çıkmasını sağlıyor. Güzel anılar... Hızlı ve heyecanlı anılar...
Direksiyonun derinlik ve yükseklik ayarının olmaması bir eksiklik olarak söylenebilir. Beyaz zeminli göstergeler 90’lı yılları anımsatan güzel detaylardanken, üzerinde Renault Sport amblemi olan, yarı deri, yarı alkantara koltuklar herhalde kabinin tamamından daha pahalıdır diye düşünüyorsunuz.
Vites topuzunun alt kısmında yer alan alüminyum görünümlü plastik bölüm kabinin en renkli alanıyken sadece RS’e özgü olmasıyla dikkat çekiyor.
Burası dış tasarım gibi son derece basit tasarlanmış, belli ki çok maliyetle olmamasına özen gösterilmiş bir yer. Ama onunla ilgili efsaneler şunu söylüyor: “Harekete geçtiğiniz tüm bu eksiklikleri görmezden geliyorsunuz, çünkü inanılmaz bir ivmelenmesi var.”
“Bakalım” deyip motoru çalıştırıyoruz.