Bundan 10 yıl kadar önce Uzakdoğu modelleriyle Avrupa’lı modeller arasında dağlar kadar fark olur, ayrım kolaylıkla yapılabilirdi. Özellikle Kore’li üreticilerin modelleri, Japon’ların bir taklidi gibiydiler ve piyasada daha çok ‘hor görülüyorlardı'. Aslında kullanıcılar haksız da sayılmazlardı, bir tarafta Avrupa diğer tarafta Japonya varken arada kalan Kore modellerine kim neden ilgi göstersindi?
Aradan geçen süre içinde Kore bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki, Avrupa’da en çok bilinen iki markasını çok farklı yerlere getirdi ve getirmeye de devam ediyor. Üstelik bu hızlı ve agresif büyüme sadece ucuz fiyat- zengin donanım birlikteliği sayesinde de olmadı, otomobillerin diğer özellikleri de fazlasıyla geliştirildi.
Bunun en büyük örneğini Kia markasında görebiliyoruz. Bir önceki jenerasyon Rio’yu kullandığımızda yıl 2006’ydı ve zamanının çok gerisinde bir otomobil kullandığımızı söylemiştik: Plastik aksamları kötüydü, tasarımı çok çok sıradandı, motorları gürültülüydü, sürüş keyfi adına üzerinde çalışılmış hiçbir şey yoktu. Sadece olması gerektiği için üretilmiş, tabiri caizse ‘baştan sağma’ gibi bir otomobildi Rio.
Şimdi karşımızda duran otomobilse bunun tam tersi bir mesaj veriyor. Herşey bir yana çok güzel görünen Rio, eski imajını geride bırakıp yeni bir sayfa açmak istiyor.