Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla Ford’un marka değeri ve global stratejisi üzerine sohbet ederken bana şöyle bir soru yöneltti: ‘İnsanlar neden Ford kullanmak ister?’ Zor bir soruydu ama şu cevabı vermeyi başardım: ‘Sanırım hem keyifli olduğu hem de insanlar Ford kullanmaya alıştıkları için.’
Evet, alışkanlık hayatımızda göz ardı ettiğimiz, büyük rol oynayan bir kriter. Bunu otomobillerimiz için de söyleyebiliriz. O konuşma esnasında söylemek istediğim şey aslında biraz da Ford’un Türkiye pazarındaki stratejisini ilgilendiren bir konuydu. Çalışan birçok kişinin günün birinde mutlaka bir Ford ürünü kullanıyor olması, markanın, rakiplerine göre daha çok filo satışlarına ağırlık vermesi belki de bunun en büyük nedeni. Sahiden, çoğumuzun hayatında bir Focus, Fiesta ya da Mondeo olmuştur değil mi?
Peki size alışkanlıklarından vazgeçeceğinizi söyleseler nasıl bir tepki verirsiniz? Buna alışmak zor olabilir, mutlaka bir yolu vardır ama asıl önemli olan bunu tercih eder misiniz? Ford, yeni Focus ile alıştığımız yoldan biraz saptığını, bizlerinde de kullanıcılar olarak buna ayak uydurmamız gerektiğini gözler önüne seriyor. Bunu negatif olarak algılamayın, sadece Fiesta ile başlayan, akabinde C-Max ile devam eden ve şimdi de Focus da gördüğümüz global otomobil stratejisinden bahsediyorum.
Ford, Focus’u dünyanın 120 ülkesinde satışa sunuyor ve tüm bu pazarlardaki Focus’lar birbiriyle aynı özelliklere sahip; diğer bir deyişle pazara göre otomobil üretmek artık Ford’un repertuarında yer almıyor. Peki global otomobil, her ülke için ‘Tek Ford’ yaklaşımı Focus’u nasıl etkilemiş?
Bu gibi soruların cevabını bulmak için, piyasaya çıktığı 1998 yılından beri 10 milyonun üzerinde satan ve Ford’un en önemli iki modelinden biri kabul edilen yeni Focus’la birlikteyiz.