Focus deyince akla ilk gelen sürüş karakteridir. 1998 yılındaki ilk jenerasyon Focus, özellikle yol tutuş konusunda sınıf standartlarını belirlemişti. Daha sonraki ikinci jenerasyon bunu devam ettirdi ve insanların aklında bir ‘Focus imajı’ yaratılmasını sağladı.
Bundan dolayı, global bir otomobil haline gelen Focus’un belki de en zorlanacağı alan sürüş olacaktır. Herkes keyifli sürüşe sahip ve iyi yol tutan bir otomobil aramıyor olabilir, peki Focus bu geleneği devam ettiriyor mu?
Bunun için öncelikle yeni modelde ne gibi değişikliklerin yapıldığına göz atmalıyız: Ön süspansiyonda daha hafif malzemeler kullanılmış, daha dayanıklı ve hafif alt bağlantılar (-2 kg), daha hafif viraj demiri (-2 kg), geliştirilmiş amortisörler, arkadaysa genişletilen amortisör çapları (daha fazla konfor için), elden geçirilen Control Blade tasarımı ve daha iyi gövde kontrolü için revize edilen viraj demirleri gibi parçalar yeni Focus’un yürüyen aksamındaki yenilikler.
Ayrıca tamamen yeni elektrikli direksiyon sisteminin (EPAS- Electronic Power- Assisted System) yanısıra, direksiyon oranının 16:1 to 14.7:1’ indirilmiş olması, otomobilin daha çevik bir karakter sergilemesi için ayarlanmış. EPAS sistemi sadece gerektiği zaman hidrolik sağladığı için standart hidrolik sistemlere göre yüzde 3 oranında daha az yakıt harcıyor.
Test otomobilimizde Ford’un yeni nesil turbo motorarından 1.6 litrelik Ecoboost yer alıyordu. 6 ileri, manuel şanzımanla kombine edilen bu vites kutusu rahat kullanımıyla dikkat çekiyor ancak hafif kemikli geçişler nedeniyle bazen vites kaçırabiliyorsunuz.
Direkt enjeksiyonlu, bağımsız çift supap zamanlaması gibi teknolojik özelliklerle donatılmış motor 180 bg güç ve 240 Nm torka sahip. Bu değerler 1.6 turbo Focus’un eski 2.0 lt’lik modelden bile daha hızlı olmasını sağlıyor.
Motor istekli karakteriyle dikkat çekiyor ve güçlü olduğunu hissettiriyor ancak devirlenme konusunda oldukça yavaş. Devirler bitmek bilmiyor ama bu durum performansı etkilemiyor; Focus gayet hızlı bir otomobil: 0-100 km/s 8.0 saniye. Buna rağmen fabrika verilerine göre yakıt tüketimi sadece 6.0 lt/100 km, emisyon değeriyse sadece 139 g/km. Emisyonun bu kadar iddialı olmasının en büyük nedenlerinden biri standart olarak sunulan stop-start sistemi.
Focus, bu performansını gayet yeterli konfor özelliğiyle pekiştirmeyi de biliyor. Hatta sanırım konfor özelliği biraz ağır kaçmış diyebiliriz. Şöyle ki, yeni Focus oldukça rafine sürüş özelliğiyle öne çıkan bir otomobil. Sessiz, konforlu ve uzun vites oranlarıyla sarsıntısız sürüş sunuyor. Ancak bu durum bir Focus kullandığınızı unutturabiliyor zaman zaman. Sanki Ford, Focus’un öne çıkan, sürüş ağırlıklı karakterini biraz olsun törpülerken otomobili daha çok Golf’e yaklaştırmayı uygun görmüş.
Zaten kullanmaya başladığınızda da bunu görüyorsunuz. Yol tutuş elbette ki iyi ama elektrikli direksiyon – her ne kadar eski modele göre daha hızlı olsa da – tepki olarak çok çok başarılı değil. Aynı direksiyon sistemi C-Max’te çok daha dikkat çekiciydi. Amortisörler yoldaki kusurları gayet başarılı bir şekilde emiyorlar ve sertlik oranı rahatsız etmiyor. Böylece bozuk ya da düzgün zemin, tali ya da ana yol olsun Focus her türlü yol ve şartta tatmin edici bir sürüş sunuyor.
Gövde hareketi var ama çok hissetmiyorsunuz. Özellikle uzun virajlardaki stabilitesi dikkat çekici, izinden hiç çıkmıyor. Her ne kadarESP’si tamamen kapatılmasa da bu sürüş keyfini baltalamıyor çünkü limitler yüksek. Ön taraf, arkaya göre daha hareketli ve keskin tepkileriyle dikkat çekiyor. Arkadan kaymaysa yok denecek kadar az.
Bu şekilde nötr bir kullanım sunan Focus’un, eskisi gibi ‘sürüş keyfi’ deyince ilk akla gelen model olmayı sürdürmesi biraz zor. Rakiplerden Golf ve Giulietta da en az onun kadar yetenekliler.
Bir Focus’un ‘Golf gibi’ olmasındansa daha çok kendi gibi olmasını tercih edebilirsiniz ve bu konuda haksız sayılmazsınız. Dedim ya Ford alışkanlıklarımızdan vazgeçmemizi istiyor diye...